Belma ile Ferit 3 yıldır evliydiler. Belma doğduğu ve evlendiği tarihe kadar yaşadığı şehirden gelmişti İstanbul'a. Aşk onu evinden çok uzaklara sürüklemişti, bir aile kurmak için direnmedi kaderine ve İstanbul'a yerleşti...
Evliliklerinin ilk senesi İstanbul'a alışmakla geçti. Bir yandan aile baskısı bir yandan içinde annelik iç güdüsü: Anne olmak istiyordu Belma. Engel oldu İstanbul bir süre.Bir sene alışmakla geçti İstanbul'a...
Sonra sıkıldı evde kocasını beklemekten, bir işe girsem fena olmaz dedi, dediğine pişman oldu. İlk ve belki de son durağı bir banka oldu kariyer basamaklarında. Hiç sevmedi, sevemedi bankacılığı. Bir sene daha geçti, erteledi anne olmayı...
Kocasının yurtdışında yaşamaya hayali gerçek oldu, ve kendilerini Güney Afrika'da buldular. Çok uzun değildi, sadece bir sene kalacaklar, kocası yüksek lisans yaparken o da ingilizcesini geliştirecek ve belkide bir bebişle döneceklerdi memleketlerine. Ancak cesaret edemediler, Güney Afrika'nın çetin kış koşulları ile uğraşırken bir de bebek süreci onları yorabilirdi. Biraz daha ertelediler...
Aradan tam 3 yıl geçmişti evlendikleri günden bu yana. Artık ikisi de istiyordu aile olmayı, karı koca olmaktan sıkılmışlardı. İşin ilginci artık aile de yorulmuştu, "inşallah sizi bir bebekle görürüz seneye" demekten. Ama artık zamanı gelmişti, onlarda gerçekten istiyorlardı.
29/12/2012 Cumartesi: Belma ile Ferit, bir akşam yemeği için arkadaşları Sinan ve Didem'in evine davetliydi. Yemekler süperdi. Ta ki Sinan'ın şarap şisesini açma girişimine kadar. Ferit bir süre alkol diyetine girmişti, bir nevi adak. Belma ise son zamanlarda kendini tuhaf hissediyordu, acaba hamile olabilir miyim diye düşünüyor, o yüzden içmek istemiyordu. İlk defa o gece bir başkası telafuz etti. Sinan, "yoksa hamilemisin?" diye sordu. "Didem de hamile olduğunu bilmeden bir kaç hafta geçti, belkide öyledir?" diye sorunca, Belma ile Ferit afalladı. İkiside bunu istiyordu, ama bilmiyorlardı. "Evet abi, Belma hamile, hatta ikiz bekliyoruz" dedi, şakayla karışık. İlk kez orada telaffuz etti Ferit ile Belma, belki de allah söyletmişti Ferit'e Belma'nın hamile olduğunu hatta ikiz beklediğini. Ama onlar bırak ikizi tekize bile razıydılar. Neyse Ferit, Belma'nın hamile olma ihtimalinin şerefine bozdu orucunu o gece ve bir kadeh içti...
31/12/2012 Pazartesi: Belma ile Ferit, Belma'nın memleketine uçtular yılbaşı gecesi. Eğlenceli ama bir o kadar buruk, acabalarla dolu bir yılbaşı geçirdik cümle aile ile.Belma yine içmedi, hamile olabilir düşüncesiyle. Ben ise şişenin dibini gördüm...
03/01/2013 Perşembe: Beklenen gün gelmişti. Ferit'in bel ağrısı bahanesiyle gideceklerdi hastaneye, gitmişken de Belma'nın Bthgc'sine baktıracaklardı. Belma kan verdi, "bir saat sonra gelin sonucu alın ya da internetten bakabilirsiniz" cevabı ile buruk bir şekilde eve döndüler. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Bir yanda korku, bir yanda umut, bazende ne hissettiğini bilmiyordu insan. Zaman geldi, ev kalabalık, nasıl bakacaklardı ki sonuca, baksalar sonucu nasıl karşılayacaklardı. Olumlu olsa ayrı olumsuz olsa ayrı bir dertti...
Ferit girdi internet sitesine ilk. Ve sonucu gördü, ama anlamadı. Değer 794 idi ve pozitif. Hemen doktorun hemşiresini aradı ve pozitif'in ne anlama geldiğini sordu Ferit. Belma evde misafirlerle cebelleşirken Ferit tahlil sonucunu almış, anlayacağı dilden yorum almaya çalışıyordu. "Tebrikler Ferit Bey, eşiniz hamile, pozitif demek Hamile demek" dedi karşıdaki hemşirenin sesi. Sonra Belma girdi odaya yüzündeki şaşkın bir yandan telaşlı, bir o kadar meraklı bakışlarla. Ferit sevinçli bir tonda "hayırlı olsun, hamilesin" dedi. Belma bir yandan inanamadı, bir yandan gözünden yaşlar boşaldı. Herhalukarda akacaktı o gözyaşları. Yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi uzun uzadıya anlatmayacağım, salonda yaşadığımız duygu selini varın siz hayal edin...
Bir kaç saat sonra Belma'nın doktoru aradı. Hemşiresi haber vermişti anlaşılan.Uzun uzadıya, detaylı konuştular bundan sonraki sürecin nasıl olacağını. Doktor 3 hafta sonrasına randevu verdi, ancak o tarihe kadar kese görülemez ve kalp atışları duyulamazmış. İnternetteki bilgiye göre bizim kisi 4 hafta 3 günlük hamileymiş 03/01/2013 tarihi itibariyle.
Bundan sonrası geçmeyen günler. O gece sadece anne ve babalara söyledik, zaten aynı evdeyiz gizlemek imkansız. Bir kaç gün sonra Ferit ailesi ile paylaştı bu mutlu haberi. Daha fazla yaymak istemediler. Ellerinde alt tarafı bir test sonucu, pardon iki test sonucu. Belma dayanamayıp, kan tahlilinden bir kaç gün sonra da eczaneden aldığı basit bir testi yapmış ve iyice emin olmuştu...
21/01/2013 Pazartesi: Heyecanlı gün gelip çattı. Aslında heyecanlı gün silsilesinin ikincisi geldi çattı demek daha doğru olacak. İlkinde hamile olduğunu öğrenmişti Belma. İkincisinde yani bugün hamile olduğu kesinleşecek yada umutlar bir başka bahara kalacaktı. Cehalet en güzeli demişler, çok bilen çok dertlenir. Bizde okudukça öğrendik, öğrendikçe geleceği düşündük, geleceği düşündükce endişelendik. Halbu ki ne demiş Şems, tevekkül edeceksin demiş. Geçmişi düşünmek karamsarlık, geleceği düşünmek endişe getirir, o yüzden bugüne odaklan. Biz o kadar güçlü olup da tevekkül edemedik.
Pazartesi öğle arasında almıştık randevuyu. İşten 11 30 gibi çıkıp Belmayı almaya gittim, sonra heyecanla doktorun yolunu tuttuk. Belma yolda sürekli olarak "acaba doktor ne diyecek" sorusu ile Ferit'i bayıltırken, Ferit tevekkül edercesine gülümsüyordu. Yarım saatten sonra doktorun muayenesine vardık, bir kaç dakika sonrada muayene odasına girdik. Heyecan dorukta idi. Doktor her zaman yaptığı işin verdiği rahatlıkla, hadi bakalım neymiş görelim dedi. Bizim için hayat o kadar kolay değildi.
"Ultrason ekranında benim gördüğümü sizde görüyor musunuz?" diye sordu doktor. "Hayırlı olsun, ikiziniz olacak" diye devam etti. Belma ile Ferit'in gözleri dolmuştu. Onlar Allahtan istedi bir tane allah onlara verdi iki tane. Sevinç ve şaşkınlıkla gözleri doldu, ama olmazdı şimdi doktorun yanından ikisi de tuttu kendilerini. Sonra muayene detaylarına devam edildi...
İnanılacak gibi değildi, gerçekten ultrason ekranında iki kesecik vardı doktorun deyimiyle, onlara kalsa ne olduğunu anlamazlardı. Ancak doktor anlattıkça anladılar. Ancak çok okumanın verdiği bilğiçlikle "diğer kese boş gibi görünüyor, boş gebelik olmasın" diye saçmaladı Ferit. Doktor gülümsedi: "Hayır" dedi. "Aynı açıdan görüntü vermiyor keseler" diye devam etti. Ve ultrasonun açısını değiştirince, onun tabiri ile sağ kesecik kayboldu, sol kesecikte belirdi bir bebecik daha...
Allahın işine insan aklı gerçekten ermez. Nasıl oluyorda 7 haftalık ceninlerin kalp atışlarını duyabiliyor, sıcaklık gösteren ekranda küçülen ve büyüyen kırmızı bir noktayı görebiliyorduk...
Geldiğimiz nokta, Belma 7 haftalık hamileydi, ve allahın izni ile herşey yolunda giderse bir ikizleri olacaktı. Herşeyin hayırlısını diliyorum tanrıdan...
24 Ocak 2013 Perşembe
2 Haziran 2010 Çarşamba
Senaryo: İNANİLMAZ BİR OLAY
Başroldeki çocuğun kişiliğinden geçmiiişnden geleceğinden çok bahsetmeye çok gerek yok. Bilen zaten biliyor, bilmeyen de öğrenmeyiversin...
Adı Ali. Ali, Eylül 2009'da evlenir balayına çıkar. Balayından döndüğü zaman, aynı gün bir misafiri vardır: Ağabeyi. Ali'nin ağabeyi yaşadığı olaylar yüzünden İstanbul'da şansını denemek istemiş ve eşini alarak istanbul'a gelmiştir. Ali'nin boşta duran ve full mobilyalı evine 5 Ekim 2009 tarihinde misafir olarak yerleşirler. Ali'nin eşi bu olaya çıldırmaktadır. Bir bakıma haklıdır da ancak agabey bu atsan atılmaz satsan satılmaz. Ağabey ve eşi Ali'nin full mobilyalı evinde kalmaya başlarlar.
Ali ve karısı ise yeni tuttukları, Eylül 2009 tarihinde tamamen yeniden döşedikleri evinde kalırlar mutlu mesut. Ancak Ali'nin ağabeyi hep gündemdedir ve çift arasında sorun olur. Çünkü Ali'nin ağabeyinin karısının da ağabeyi onlarda misafir olarak kalmaktadır. Adı SERKAN denen bir adam. Ne iş yaptığı belirsiz, değişik bir adam. Ali'nin böylece emrivaki şekilde bir misafiri daha olmuştur. Ancak Ali bu durumu ağabeyine sorduğunda aldığı cevap, Serkan'in ara sıra onlara gelip kaldığıdır. Ancak tarih 2 Haziran 2010, Ali'nin ağabeyinin verdiği cevap, evet Serkan bilimimum bizde kaliyordu. Geceleri servis atıyor ve geç saatte eve geliyor ve bizde kalıyordu. Gelmediği geceler çok nadir olmuştur.
Olayın geçmişi bu şekilde. Ali sadece ağabeyini tanır, ne ağabeyinin karısını nede onun ağabeyi Serkan'i ne de diğerlerini...
Tarih 2 Haziran 2010. Ali'nin telefonu çalar. Arayan kişi kendini tanıtır: "Ben polis memuru Ömer, Ali beyle mi görüşüyorum." Ali'nin bir an beyni durur. Neden bir polis memuru beni arasın ki ? diye düşünür. Ancak polis memuru Ömer'in dediklerini hayal meyal dinler. Polis memuru Ömer, Ali'ye diğer boştaki eviyle ilgili sorular sorar. Ne zaman kaldınız, kaç kişi kaldınız vs vs... Ali'nin aklına ilk gelen, alt komşusu Aykut yine saçmalayıp yukardan gelen seslere dayanamayıp sonunda polise mi gitmişti ? Ali bunu düşünerek polis memuru Ömer'e sorular sorar. Memur bey şikayet mi var? Evet. Ne zamana ilişkin ? Bugün. Bugün mü ? Ali şaşırır. Ali Abisi evi terkettikten sonra 2 nisan ile 15 nisan arasinda SErkan'i evden kovmakla meşguldür, Ali'nin ağabeyi Ali ye vermek üzere anahtari SErkan'a vermiştir, ancak Serkan anahtarı bir türlü Ali'ye teslim etmemiştir. En son 13.04.2010 tarihinde Ali ye bir mesaj atmiştir. "Ali ben serkan abin aradim acmadin anahtari persembe sabahi nereye birakim senin calistigin yeremi ben ev buldum persembe sabahi geciyorum." Ali bu mesaj üzerine numarayi aramistir. 507 772 01 95. ama açan olmamıştır. Ali evine kovuşmanın mutluluğu içindedir başka bir şeyi umursamaz. Sonra ilan verir, sahibinden.com adrsinden... Evi 10 Mayis 2010 tarihinde kiraya verir... Ancak 13 nisandan sonra abisinin eşi eve gelmiş ve evi temizlemiştir. 25 Nisan tarihinde giderken anahtarı komşumuz Murat'a bırakmıştır. Sonuç olarak 22 Nisan ile 10 Mayıs tarihleri arasında evin anahtarı Ali'de değildir.
Hikaye biraz karıştı son olarak Ali polis memuru Ömer ile telefonda konuşuyordur. Polis memuru Ömer, Ali'yi karakola gelip ifade vermesi için çağırıyordur. Neden olduğunu söylememkte ısrar eden Ali, son çare kiracılarını arar. İlk numara kapalıdır. Diğeri çalar ve açan kız, çok tedirgin bir şekilde konuyu açıklar. Ancak detaya giremeden polis memuru müdahale ede ve telefon kapanır. Ali olayı yüzeysel olarak öğrenmiştir. Damarlarından, beyninden kan çekilmiştir, karakola çağırılmak ayrı bir germiştir Ali'yi, olayı öğrenmek ise ayrı bir şekilde... Ali nin boğazı kurur. Nasıl ? diye kendine sorar... Kimin olabilir? Nasıl ve ne zaman? Nasıl inandıracaktır ki?
Off çok sıkıldım çok... Daha dün Ali eşine diyordu, ne zaman dertlerden kurtulup ayaklarımı şöyle rahatça uzatıp salonumda TV izlicem ki ben... Al sana başka bir bela...
Ekim 2000 ile Nisan 2010 tarihleri arasında evimde misafir olarak Ali'nin ağabeyi, eşi, ve eşinin ağabeyi ne hüdüğü belirsiz Serkan evinde kalıyordur. Daha önce'de Ali'nin kendisi kalmıştır, Ocak 2009-Eylül 2009. Neyse olan olmuş artık, bu işten nasıl kurtulacağız, nasıl masum olduğumuzu ispatlayacağız diye düşünmeye başlar Ali. Az çok hukuktan anlıyordur, ancak burası Türkiye her an her şey olabilir. Katil elini kolunu sallarken, masum bir insan içerde yatabilir yıllarca... Offf anam offf.... Evet, Ali'nin kiracısı kiz olayi özetler, Ali bey, evi temziliyordum, yatagi kaldirdim, ilk önce oyuncak sandim, ancak elime aldigimda gercek oldugunu gördüm... Sonrasini polis keser... Kizin eline aldigi, ya da gördügü sey gercek bir silahtir. Ve hemen Ali'yi aramak yerine, polise gider. Halbuki Aliyi arasa, aliyle beraber gitseler karakola ne kadar kolay olacaktir her sey... şimdi masum Ali, ruhsatli ya da ruhsatsiz, bilmiyor, eski evinde kime ait olduğunu bilmediği,kim ya da kimler tarafindan ne zaman ve ne sekilde o yatagin altina koydugunu bilmediği bir silahin şimdi hesabını verecek... Bu kimin başına gelebilir ki, iyilik yapııp evinin kapılarini insanlara açan Ali'nin yada pişmiş tavugun...
Ali tüm bunlari düsünürken tarih 2 haziran 2010 saat 17 45 dir, ve ali üniversiteden arkadasi ile bulusmak icin karsiya gecmektdir. Ancak o hisseettigi aclik bir anda kendini büyük bir sanciya donusturmustur.SErvis boyunca bunlari dusunmektedir. Esini tatil amacli olarak memleketine gondermistir, konuyu onunla paylasip rahatlamak istese olmaz, kiz cagizi tatile gondermis, simdi tatili zzehir etmenin bir anlami yok, hem simdi kizdan ben sana demistimi duymakta istemyior. Alinin eşi, taa basindan beri abisinin, eşinin ve Serkan in o evde kalmalarini istmiyor, ve sürekli olarak Ali ile bu konuda tartisiyorlardi. Ali de kendini, o benim agabeyim, kanimdan canimda, Serkan umrumda degil. Konu serkan olsa, zaten eve almam, siktir ederim diyordu.... Ama bu olaylar yasandi, ve tek sorumlusu Serkan... Silah abisine ait olamaz, karisinada, kiraya verdigi kizlara da, evinin anahtarini bir hafta biraktigi Murat'a da... Peki silah kimin? Ali'nin tek bildigi sey o silahin ona ait olmadigi, ve silahin kimler tarafindan ne zaman ve ne sekilde eve sokulduguundan haberi olmadigidir....
Neyse, Ali arkadasiyla bulusacagi mekana gelmistir, bagdat caddesi... Ama arkadasi gec kalir. Ali'de esi ile konusur... Esi telefon geldigini soyleyerek arayacagim der ve teli kapatir. Ali teli cebine koyar, bi elinde cantasi, bir elinde su sisesi ve diger telefonu zten yeter, esininde ne zaman arayacagi belli degil. O yüzden diger teli cebine koyar.... Sonra esi aramistir, ancak ali caddenin trafinden sesinden duymamistir. Esi, alinin elindeki diger teli arar... ali neler dusunuyordur, ancak esi, alinin cebindeki telefonu neden duymadigina takmistir, kendisinin o telefondan arayacagini bile bile ali neden o teli cebine koymustur, ve neden duymamistir... Çok büyük bir sorun degil mi ? Ali'nin esi boyle bir kadin, ilgi ve alakayi bir telefona empoze etmis gencecik bir kiz... O da kendince hakli, kendisine gosterilen ilgi ve alakayi, sevgiyi bu tür seylerde ariyor... Ali icin bunlar cok tuhaf... Bi telefonu ararsin, ulasamayinca digerini... Sonra kiyamet koparirisin... Ancak alinin diger teli calinca, esinin aradigini arayan ali, hemen reddeder ve cebindeki teli cikarip esini arar... İki cevapsizi gormustur, ama bu normaldir, o gürültüde duymamistir... Ama esi ayni fikirde degildir... O telefon elde tasinmali ve duyulmaliydi... Ne kadar büyük bir sorun değilmi ? Ali esinin tatilini berbat etmemek icin yasadigi drami esi ile paylasamiyor, icine atiyor, ama esi siktiri boktan bir mevzu icin alinin huzurunu kacirabiliyor.... Ali buna dayanamiyor, ve istemedigi seyleri soyluyor... Sonra telefonlar kapaniyor, bir daha acilmamak uzere...
Ali sonra arkadasi ile bulusup yasadigi iki trajediyi anlatiyor, birincisi iyilik melegi olayim derken dustugu durumu, ikincisi bu durumda iken, esinin sorun ettigi seyi paylasir arkadasi ile... Ancak arkadasinin da sorunlari basindan askindir... alinin sorunlari onun icin komik gelir... Onun sorunu baskadir... Ancak arkadasinin sorunuda ali icin komik gelir... Ne komik bir durum degilmi... Yasananlarin sonunda ölüm yok dimi? Neden sorun yapiyoruzki, demek ki sorun aslinda insanin kendisinde... :)
ali son olarak derki, o silah bana ait degil, karimi seviyorum, ancak bu tür cocukluklarina dayanamiyorum, memleketinde kalip biraz büyüyüp gelsin...
Ali'den sevgiler le...
Adı Ali. Ali, Eylül 2009'da evlenir balayına çıkar. Balayından döndüğü zaman, aynı gün bir misafiri vardır: Ağabeyi. Ali'nin ağabeyi yaşadığı olaylar yüzünden İstanbul'da şansını denemek istemiş ve eşini alarak istanbul'a gelmiştir. Ali'nin boşta duran ve full mobilyalı evine 5 Ekim 2009 tarihinde misafir olarak yerleşirler. Ali'nin eşi bu olaya çıldırmaktadır. Bir bakıma haklıdır da ancak agabey bu atsan atılmaz satsan satılmaz. Ağabey ve eşi Ali'nin full mobilyalı evinde kalmaya başlarlar.
Ali ve karısı ise yeni tuttukları, Eylül 2009 tarihinde tamamen yeniden döşedikleri evinde kalırlar mutlu mesut. Ancak Ali'nin ağabeyi hep gündemdedir ve çift arasında sorun olur. Çünkü Ali'nin ağabeyinin karısının da ağabeyi onlarda misafir olarak kalmaktadır. Adı SERKAN denen bir adam. Ne iş yaptığı belirsiz, değişik bir adam. Ali'nin böylece emrivaki şekilde bir misafiri daha olmuştur. Ancak Ali bu durumu ağabeyine sorduğunda aldığı cevap, Serkan'in ara sıra onlara gelip kaldığıdır. Ancak tarih 2 Haziran 2010, Ali'nin ağabeyinin verdiği cevap, evet Serkan bilimimum bizde kaliyordu. Geceleri servis atıyor ve geç saatte eve geliyor ve bizde kalıyordu. Gelmediği geceler çok nadir olmuştur.
Olayın geçmişi bu şekilde. Ali sadece ağabeyini tanır, ne ağabeyinin karısını nede onun ağabeyi Serkan'i ne de diğerlerini...
Tarih 2 Haziran 2010. Ali'nin telefonu çalar. Arayan kişi kendini tanıtır: "Ben polis memuru Ömer, Ali beyle mi görüşüyorum." Ali'nin bir an beyni durur. Neden bir polis memuru beni arasın ki ? diye düşünür. Ancak polis memuru Ömer'in dediklerini hayal meyal dinler. Polis memuru Ömer, Ali'ye diğer boştaki eviyle ilgili sorular sorar. Ne zaman kaldınız, kaç kişi kaldınız vs vs... Ali'nin aklına ilk gelen, alt komşusu Aykut yine saçmalayıp yukardan gelen seslere dayanamayıp sonunda polise mi gitmişti ? Ali bunu düşünerek polis memuru Ömer'e sorular sorar. Memur bey şikayet mi var? Evet. Ne zamana ilişkin ? Bugün. Bugün mü ? Ali şaşırır. Ali Abisi evi terkettikten sonra 2 nisan ile 15 nisan arasinda SErkan'i evden kovmakla meşguldür, Ali'nin ağabeyi Ali ye vermek üzere anahtari SErkan'a vermiştir, ancak Serkan anahtarı bir türlü Ali'ye teslim etmemiştir. En son 13.04.2010 tarihinde Ali ye bir mesaj atmiştir. "Ali ben serkan abin aradim acmadin anahtari persembe sabahi nereye birakim senin calistigin yeremi ben ev buldum persembe sabahi geciyorum." Ali bu mesaj üzerine numarayi aramistir. 507 772 01 95. ama açan olmamıştır. Ali evine kovuşmanın mutluluğu içindedir başka bir şeyi umursamaz. Sonra ilan verir, sahibinden.com adrsinden... Evi 10 Mayis 2010 tarihinde kiraya verir... Ancak 13 nisandan sonra abisinin eşi eve gelmiş ve evi temizlemiştir. 25 Nisan tarihinde giderken anahtarı komşumuz Murat'a bırakmıştır. Sonuç olarak 22 Nisan ile 10 Mayıs tarihleri arasında evin anahtarı Ali'de değildir.
Hikaye biraz karıştı son olarak Ali polis memuru Ömer ile telefonda konuşuyordur. Polis memuru Ömer, Ali'yi karakola gelip ifade vermesi için çağırıyordur. Neden olduğunu söylememkte ısrar eden Ali, son çare kiracılarını arar. İlk numara kapalıdır. Diğeri çalar ve açan kız, çok tedirgin bir şekilde konuyu açıklar. Ancak detaya giremeden polis memuru müdahale ede ve telefon kapanır. Ali olayı yüzeysel olarak öğrenmiştir. Damarlarından, beyninden kan çekilmiştir, karakola çağırılmak ayrı bir germiştir Ali'yi, olayı öğrenmek ise ayrı bir şekilde... Ali nin boğazı kurur. Nasıl ? diye kendine sorar... Kimin olabilir? Nasıl ve ne zaman? Nasıl inandıracaktır ki?
Off çok sıkıldım çok... Daha dün Ali eşine diyordu, ne zaman dertlerden kurtulup ayaklarımı şöyle rahatça uzatıp salonumda TV izlicem ki ben... Al sana başka bir bela...
Ekim 2000 ile Nisan 2010 tarihleri arasında evimde misafir olarak Ali'nin ağabeyi, eşi, ve eşinin ağabeyi ne hüdüğü belirsiz Serkan evinde kalıyordur. Daha önce'de Ali'nin kendisi kalmıştır, Ocak 2009-Eylül 2009. Neyse olan olmuş artık, bu işten nasıl kurtulacağız, nasıl masum olduğumuzu ispatlayacağız diye düşünmeye başlar Ali. Az çok hukuktan anlıyordur, ancak burası Türkiye her an her şey olabilir. Katil elini kolunu sallarken, masum bir insan içerde yatabilir yıllarca... Offf anam offf.... Evet, Ali'nin kiracısı kiz olayi özetler, Ali bey, evi temziliyordum, yatagi kaldirdim, ilk önce oyuncak sandim, ancak elime aldigimda gercek oldugunu gördüm... Sonrasini polis keser... Kizin eline aldigi, ya da gördügü sey gercek bir silahtir. Ve hemen Ali'yi aramak yerine, polise gider. Halbuki Aliyi arasa, aliyle beraber gitseler karakola ne kadar kolay olacaktir her sey... şimdi masum Ali, ruhsatli ya da ruhsatsiz, bilmiyor, eski evinde kime ait olduğunu bilmediği,kim ya da kimler tarafindan ne zaman ve ne sekilde o yatagin altina koydugunu bilmediği bir silahin şimdi hesabını verecek... Bu kimin başına gelebilir ki, iyilik yapııp evinin kapılarini insanlara açan Ali'nin yada pişmiş tavugun...
Ali tüm bunlari düsünürken tarih 2 haziran 2010 saat 17 45 dir, ve ali üniversiteden arkadasi ile bulusmak icin karsiya gecmektdir. Ancak o hisseettigi aclik bir anda kendini büyük bir sanciya donusturmustur.SErvis boyunca bunlari dusunmektedir. Esini tatil amacli olarak memleketine gondermistir, konuyu onunla paylasip rahatlamak istese olmaz, kiz cagizi tatile gondermis, simdi tatili zzehir etmenin bir anlami yok, hem simdi kizdan ben sana demistimi duymakta istemyior. Alinin eşi, taa basindan beri abisinin, eşinin ve Serkan in o evde kalmalarini istmiyor, ve sürekli olarak Ali ile bu konuda tartisiyorlardi. Ali de kendini, o benim agabeyim, kanimdan canimda, Serkan umrumda degil. Konu serkan olsa, zaten eve almam, siktir ederim diyordu.... Ama bu olaylar yasandi, ve tek sorumlusu Serkan... Silah abisine ait olamaz, karisinada, kiraya verdigi kizlara da, evinin anahtarini bir hafta biraktigi Murat'a da... Peki silah kimin? Ali'nin tek bildigi sey o silahin ona ait olmadigi, ve silahin kimler tarafindan ne zaman ve ne sekilde eve sokulduguundan haberi olmadigidir....
Neyse, Ali arkadasiyla bulusacagi mekana gelmistir, bagdat caddesi... Ama arkadasi gec kalir. Ali'de esi ile konusur... Esi telefon geldigini soyleyerek arayacagim der ve teli kapatir. Ali teli cebine koyar, bi elinde cantasi, bir elinde su sisesi ve diger telefonu zten yeter, esininde ne zaman arayacagi belli degil. O yüzden diger teli cebine koyar.... Sonra esi aramistir, ancak ali caddenin trafinden sesinden duymamistir. Esi, alinin elindeki diger teli arar... ali neler dusunuyordur, ancak esi, alinin cebindeki telefonu neden duymadigina takmistir, kendisinin o telefondan arayacagini bile bile ali neden o teli cebine koymustur, ve neden duymamistir... Çok büyük bir sorun degil mi ? Ali'nin esi boyle bir kadin, ilgi ve alakayi bir telefona empoze etmis gencecik bir kiz... O da kendince hakli, kendisine gosterilen ilgi ve alakayi, sevgiyi bu tür seylerde ariyor... Ali icin bunlar cok tuhaf... Bi telefonu ararsin, ulasamayinca digerini... Sonra kiyamet koparirisin... Ancak alinin diger teli calinca, esinin aradigini arayan ali, hemen reddeder ve cebindeki teli cikarip esini arar... İki cevapsizi gormustur, ama bu normaldir, o gürültüde duymamistir... Ama esi ayni fikirde degildir... O telefon elde tasinmali ve duyulmaliydi... Ne kadar büyük bir sorun değilmi ? Ali esinin tatilini berbat etmemek icin yasadigi drami esi ile paylasamiyor, icine atiyor, ama esi siktiri boktan bir mevzu icin alinin huzurunu kacirabiliyor.... Ali buna dayanamiyor, ve istemedigi seyleri soyluyor... Sonra telefonlar kapaniyor, bir daha acilmamak uzere...
Ali sonra arkadasi ile bulusup yasadigi iki trajediyi anlatiyor, birincisi iyilik melegi olayim derken dustugu durumu, ikincisi bu durumda iken, esinin sorun ettigi seyi paylasir arkadasi ile... Ancak arkadasinin da sorunlari basindan askindir... alinin sorunlari onun icin komik gelir... Onun sorunu baskadir... Ancak arkadasinin sorunuda ali icin komik gelir... Ne komik bir durum degilmi... Yasananlarin sonunda ölüm yok dimi? Neden sorun yapiyoruzki, demek ki sorun aslinda insanin kendisinde... :)
ali son olarak derki, o silah bana ait degil, karimi seviyorum, ancak bu tür cocukluklarina dayanamiyorum, memleketinde kalip biraz büyüyüp gelsin...
Ali'den sevgiler le...
11 Ocak 2010 Pazartesi
FARMVILLE KOMŞUM OLUR MUSUN ?
Bence dünyanın en ünlü sosyal paylaşım sitesi Facebook, ve her geçen gün çığ gibi büyüyor üye sayısı, bu gidişle Çin'in nüfusunu geçecek gibi, belkide geçmiştir.
Bende facebook hayranlarindan birisiyim... Tabi nefret edilecek yanlarıda var. Bunlardan birisinden bahsedeceğim. Ancak öncelikle hayram olduğum bazı özelliklerinden bahsetmek istiyorum... Aranızda, kaç yıldır görüşmediği ilkokul, ortaokul arkadaşlarını bulmayan var mı ? Yada hayatının aşkını ? etc... Bu açıdan facebooka bayılıyorum... Ancak olayın b...kunu çıkaranda var...
Peki en kıl olduğunuz olay nedir facebook'un... Ben bu aralar şu farmville olayına dayanamıyorum. İnsanlar hastası olmuş, bilmem milyonlarda kullanıcı var. En son kullanıcılarından birisi kim ? Eşim :( Ya nedir bu olay, sanal alemde, çiftlik olayı?
Tamamen saçmalık... Neyseki benim hatun bu saçmalıktan kısa sürede sıkıldı :)
Sevgiler...
Bende facebook hayranlarindan birisiyim... Tabi nefret edilecek yanlarıda var. Bunlardan birisinden bahsedeceğim. Ancak öncelikle hayram olduğum bazı özelliklerinden bahsetmek istiyorum... Aranızda, kaç yıldır görüşmediği ilkokul, ortaokul arkadaşlarını bulmayan var mı ? Yada hayatının aşkını ? etc... Bu açıdan facebooka bayılıyorum... Ancak olayın b...kunu çıkaranda var...
Peki en kıl olduğunuz olay nedir facebook'un... Ben bu aralar şu farmville olayına dayanamıyorum. İnsanlar hastası olmuş, bilmem milyonlarda kullanıcı var. En son kullanıcılarından birisi kim ? Eşim :( Ya nedir bu olay, sanal alemde, çiftlik olayı?
Tamamen saçmalık... Neyseki benim hatun bu saçmalıktan kısa sürede sıkıldı :)
Sevgiler...
9 Kasım 2009 Pazartesi
TOEFL iBT
Selam arkadaşlar,
Tarih:08KASIM2009, saat:10:00, yer:Beşiktaş İLM
Bilmem bu yazımı okurken, aynı duyguları paylaşacaksınız, yada tecrübelerim size rehber olup yol gösterecek...
TOEFL denen illet bir sınav var, kimisi dil bilgisini ispatlamak için giriyor, kimisi Amerika'da yüksek lisans yapmak için (bunun için birde GMAT olayı var :(, cahillimi bağışlayın bu işlere çok kafa yormadığım için bilmiyorum), kimisi iş yerinde dil tazminatı olmak, kimisi yurt dışında bir bursa başvurmak için, kimisi kimisi, bu liste uzar gider :)... Siz ne için girdiniz/gireceksiniz ?
Ben mi neden girdim ? Öncelikli olarak yurt dışında bir burs ayarlamak için, ikincisi , ki bu biraz imkansız gibi, iş yerindeki dil tazminatımı arttırmak için... Sonuç iki hafta sonra elime ulaşacak ancak gerçekten çok ümitli değilim. 85 alırsam moral olacak, alıp öpüp başıma koyacağım :) bu kadar...
Zaten oldum olası, uzun süren sınavlara karşı bir alerjim var, 2 yada 3 saat süren ve dili Türkçe olan sınavlarda bile insan inanılmaz bir başagrısıyla sınavdan çıkıyor, sanki akşamdan kalma gibi... Hele bu sınav 4 saat sürüyorsa, hele birde dili anadil dışında bir dil ise, vay halim(iz)e...
Sınava girecekler için bir kaç genel bilgi verip yazımı bitireyim... Sınava Reading Section ile başlıyor. Bildiğimiz türkçe paragraf soruları gibi, bir paragraf ve onunla ilgili sorular... Süre yaklaşık 40 dakika...
Sonra listenin section başlıyor....İki kişi arasında geçen kısa süreli konuşmalar ve bir hocanın ders anlatması ve sonrasında sorular...
Konuşma bölümü gerçekten zor... Tam bir ders ortamı... Bi yandan hoca konuşuyor, bi yandan bi pasaj okuyorsunuz... Sonra konu hakkında konusuyorsunuz... ZOR :(
Yazma hemen hemen en kolayı. Zor olan şu: yazma bölümünde listening de var :(
Allah kolaylık versin ve bol şans...
Tarih:08KASIM2009, saat:10:00, yer:Beşiktaş İLM
Bilmem bu yazımı okurken, aynı duyguları paylaşacaksınız, yada tecrübelerim size rehber olup yol gösterecek...
TOEFL denen illet bir sınav var, kimisi dil bilgisini ispatlamak için giriyor, kimisi Amerika'da yüksek lisans yapmak için (bunun için birde GMAT olayı var :(, cahillimi bağışlayın bu işlere çok kafa yormadığım için bilmiyorum), kimisi iş yerinde dil tazminatı olmak, kimisi yurt dışında bir bursa başvurmak için, kimisi kimisi, bu liste uzar gider :)... Siz ne için girdiniz/gireceksiniz ?
Ben mi neden girdim ? Öncelikli olarak yurt dışında bir burs ayarlamak için, ikincisi , ki bu biraz imkansız gibi, iş yerindeki dil tazminatımı arttırmak için... Sonuç iki hafta sonra elime ulaşacak ancak gerçekten çok ümitli değilim. 85 alırsam moral olacak, alıp öpüp başıma koyacağım :) bu kadar...
Zaten oldum olası, uzun süren sınavlara karşı bir alerjim var, 2 yada 3 saat süren ve dili Türkçe olan sınavlarda bile insan inanılmaz bir başagrısıyla sınavdan çıkıyor, sanki akşamdan kalma gibi... Hele bu sınav 4 saat sürüyorsa, hele birde dili anadil dışında bir dil ise, vay halim(iz)e...
Sınava girecekler için bir kaç genel bilgi verip yazımı bitireyim... Sınava Reading Section ile başlıyor. Bildiğimiz türkçe paragraf soruları gibi, bir paragraf ve onunla ilgili sorular... Süre yaklaşık 40 dakika...
Sonra listenin section başlıyor....İki kişi arasında geçen kısa süreli konuşmalar ve bir hocanın ders anlatması ve sonrasında sorular...
Konuşma bölümü gerçekten zor... Tam bir ders ortamı... Bi yandan hoca konuşuyor, bi yandan bi pasaj okuyorsunuz... Sonra konu hakkında konusuyorsunuz... ZOR :(
Yazma hemen hemen en kolayı. Zor olan şu: yazma bölümünde listening de var :(
Allah kolaylık versin ve bol şans...
8 Ekim 2008 Çarşamba
Lübnan: Bir başka diyar...
Bu sene, 2008 Eylül, ramazan bayram tatili için avrupaya gitmeyi çok istedim. Nasıl olsa vizemde var, sadece uçak bileti ve kalacak yer ayarlasam yeter dedim kendime. Ancak bayram dönemi uygun tur, uçak bileti ya da kalacak yer bulmak gerçekten çok zordu. Bende yıllardır içinde kalan ancak güvenlik sebebiyle gerçekleştirmediğim LÜBNAN hayalimi gerçekleştirmek istedim.
Önce Middle East Airways (MEA)'den uçak biletimi rezerve etmek için internetin başına geçtim, baktım olmayacak, İstanbul'daki ofisini aradım. İlk sorum "Lübnan'a gitmek için vize almak istiyorum, ne yapmam gerekiyor?" oldu. Karşı taraftan gelen cevap çok hoşuma gitti : "Lübnan, TC vatandaşlarından vize istemiyor."
Bunu duyunca Lübnan iştahım biraz daha kabardı. Hemen uçak biletini rezerve ettim. Sonra geçtim internetin başına kalacak otel aradım. Sanırım bu konuda en iyi iki site http://www.booking.com/ ve http://www.hrs.com/ . Her iki siteden de başarılı sonuçlar elde ettim. Beyrut Hamra bölgesinde bir otel ayarladım, Embassy Hotel.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Lübnan'a daha girişte başlıyor tatil keyfi, pasaportunuzla kontrol noktasına gidiyor ve ülkeye girş yapıyorsunuz. Ne vize ücreti, ne yüzlerce soru... Sonra gümrük kontrolünde diğer ülke vatandaşlarının çantası didik didik aranırken, sizin nereli olduğunuz soruluyor: "Türkiye" diyorsunuz. "Geç, geç" işareti ile yolunuza devam ediyorsunuz...
Havalimaninda ilk sorun, şehre gitmek için bir vasıta bulmak. İstanbulda ki gibi HAVAŞ vb. yok. Zaten şehir merkezide 10-15 dakika, ama taksiciler yabancı olduğunuzu anlayınca öpmek istiyorlar. Onun için sıkı bir pazarlık yapmanız gerekiyor. Vermeniz gereken para en fazla 10-15 USD arası bir tutar. Artık gün ve gün tatilimin nasıl geçtiğinden bahsetmek istiyorum.
29.09.2008- PAZARTESİ: Havalimaninda tanıştığım iki Türk genci, Aydın ve Ercan ile birlikte benim kaldığım otel gittik. Ne Türkçe ne ingilizce biliyordu, Aydın ve Ercan. Ercan hemşerim çıktı, TSGL de aynı dönemde okumuşuz. Ülkeye girerken doldurduğumuz formlarda benim Mersinli olduğumu gördü ve tanıştık. Şans eseri benim ayarladığım otelde onlar içinde oda vardı. Otel Hamra'da merkezi bir yerde idi, 3 yıldız ve sadece 50 USD. Eğer iki kişi giderseniz adam basşı vereceğiniz tutar sadece 25 USD. Otele yerleşip hemen şehri keşfe çıktık.
Bir dip not: Havalimanina indiğinizde Liban Post'dan bir tane Beyrut haritasi edinin, inanılmaz yararlı oluyor. Ancak şehir yeniden inşa edildiği için haritada belirtilmeyen yapılar yollar karşınıza çıkabilir.
29.EYLÜL.2008 PAZARTESİ
DOWNTOWN: 29.09.2008 pazartesi günü 11.20 uçağı ile Atatürk Havalimanından, Beyrut Hariri International havalimanına iniş yaptık, pasaport kontrolden geçtikten sonra, tekrar ediyorum vize mize yok, bir taksi alıp Hamra bölgesine gittik. Yine tekrar ediyorum, taksilerle sıkı pazarlık yapın :) Yazımın ilerleyen bölümünde Lübnan'da ki ulaşım şartlarından bahsedeceğim. Otelin adı Embassy, Makdessi caddesi hamra. O bölge otel bölgesi, çok merkezi, Beyrut'un islam kesiminde yer alıyor. Sakın yanlış anlamayın İslam ve Hristiyan bölge açıklaması bilgi mahiyetinde veriyorum. Neyse, oteli 50 USD'ye booking.com'dan buldum, otelin yeri dışında başka hiç bir şeyi yok, çok vasattı.
Otele girip hemen kendimi dışarı attım. Lübnan'a gelmeden önce hazırlıklı gelmiştim, nereye gidilir nasıl gidilir çok iyi şekilde öğrenmiştim. Otel'e en yakın yer DOWN TOWN idi. Elimdeki haritadan kaldığım otelin yerini ve DOWNTOWN'un yerini belirledikten sonra sora sora DOWN TOWN bölgesini bulduk. İstanbul taksim meydanı gibi, ama daha turistik, daha güzel, daha mistik. Meydanda tarihi bir saat kulesi var.Parlemento Binası saaat kulesinin olduğu bölgede olduğu için güvenlik en üst seviyede, bölgeye girişte çantalar kontrol ediliyor. Ama gerçekten özellikle gece orada bulunmak şart. Lübnan'da dikkatimi çeken en ilginç şey, hemen her yerde nargile içilmesi. En lüks lokantadan en salaş kahvehaneye her yerde narhile içiliyor, kadınlı erkekli her kes nargile içiyor. O yüzden sizde topluma ayak uyduruk bi nargile tüttürün. Fiyatları 5.000 ila 16.000 arasında değişiyor. Mahalle aralarındaki nargilecilerden 5.000 liraya nargile siparişi veriyorsunuz, hazırlayıp evinize getiriyorlar, yada Monot Street ya da Downtown'da bir lokantada 16.000 lirayı gözden çıkarmak gerekiyor. Korkmayın 16.000 lira 15 YTL'den az bi tutar.
Down town'da ara sokaklarda yada ana caddelerde gezerseniz, tarihi yada çok modern binalarla karşılaşırsınız. En dikkat çekici yapı, mavi kubbeli cami. Cami yeni yapılmış, adını gerçekten öğrenmedim, çünkü yeni olduğu için lübnanlılar bile bilmiyor ki , haritamda bile caminin yeri boştu. İlk gün DOWN TOWN bölgesinde gezdik, dolaştık ve her yerde olduğu gibi bir STARBUCKS'da oturup, saat kulesi manzaralı, kahvemizi içtik... Starbucksları dinlenme, ihtiyaç molası ve turizm information center olarak kullanıyorum tavsiye ederim. Her zaman içerde şehri iyi bilen, ingilizcesi iyi ve yardıma her an hazır elemanlar bulmak mümkün. Bende AHMAD'ı buldum. İlk önce arkadaşlarıma nasıl ve nerden gsm hattı alınacağını anlattı, sonra bana RAUCHE bölgesine nasıl gideceğimi, oranın nasıl bir yer olduğun anlattı. ORdan ayrılıp telefon hattı işini halledip RAUCHE'ye doğru yola çıktık.
RAUCHE: Beyrut'ta mesafeler haritada çok uzak görünsede aslında o kadar uzak değiller, yürümeyide seviyor ve yorulmuyorsanız her yere yürüyerek gidebilirsiniz. Ancak gençler bile tembel olduğu için adres sorduğunuzda, oranın çok uzak olduğunu, yürümeyeceğimi
HARİSSA: Beyrut'a gidipde Harissa'ya çıkmadan olmaz.... Mutlaka teleferik kullanın :) Nasıl mı gideceksiniz ? Beyrut merkezden sorarak oraya gidecek dolmuşları bulabilirsiniz, sizi teleferik yakınlarında bir yerde indirirler, zaten sora sora Bağdat bulunur dimi...Teleferik yolculuğu keyifli hava açıksa fotoğraf makinanızı mutlaka hazır edin... O deniz rengi başka yerde yok...
MAR CHARBEL: Çok önemli değil ancak zamanınız varsa görülebilir... İki vasıta ile gidiliyor... Byblos tarafında. Siz şöfere Mar Şarbel'e gitmek istediğinizi söyleyin o sizi uygun bi yerde indirecektir...
BYBLOS (JBEL):Tek kelime ile bayıldım. Bodrum sokaklarımda dolaşır gibi hissettim kendimi... Modern bir sahil kasabası denebilir... Mutlaka görün...
SAYDA: Sanırım Tripoli'den sonra Lübnan'ın 3ncü büyük şehri.
TYRE (SUR): Tarihi bir şehir, İsrail sınırına o kadar yakın ki... Ancak gidip görmeye değer, bizans kalıntıları, antik kent, ve deniz harika...
TRIPOLI (TRABLUS): Suriye sınırına yakın. Tam bir arap memleketi. Görülecek tek yeri KALE... Arap çarşısında gezmek hoşunuza giderse çarşı gezilebilir, biraz keşmekes geldi bana... Sahil kesimi güzel diye duydum, fazla zamanım olmadığı için ve o günlerde bir bombalama olduğu için erkenden Beyrut'a geri döndüm...
NOt: Son aldığım bilgiye göre kara yoluyla gidişlerde de vize kalkmış :)
ferdibo@hotmail.com
Önce Middle East Airways (MEA)'den uçak biletimi rezerve etmek için internetin başına geçtim, baktım olmayacak, İstanbul'daki ofisini aradım. İlk sorum "Lübnan'a gitmek için vize almak istiyorum, ne yapmam gerekiyor?" oldu. Karşı taraftan gelen cevap çok hoşuma gitti : "Lübnan, TC vatandaşlarından vize istemiyor."
Bunu duyunca Lübnan iştahım biraz daha kabardı. Hemen uçak biletini rezerve ettim. Sonra geçtim internetin başına kalacak otel aradım. Sanırım bu konuda en iyi iki site http://www.booking.com/ ve http://www.hrs.com/ . Her iki siteden de başarılı sonuçlar elde ettim. Beyrut Hamra bölgesinde bir otel ayarladım, Embassy Hotel.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Lübnan'a daha girişte başlıyor tatil keyfi, pasaportunuzla kontrol noktasına gidiyor ve ülkeye girş yapıyorsunuz. Ne vize ücreti, ne yüzlerce soru... Sonra gümrük kontrolünde diğer ülke vatandaşlarının çantası didik didik aranırken, sizin nereli olduğunuz soruluyor: "Türkiye" diyorsunuz. "Geç, geç" işareti ile yolunuza devam ediyorsunuz...
Havalimaninda ilk sorun, şehre gitmek için bir vasıta bulmak. İstanbulda ki gibi HAVAŞ vb. yok. Zaten şehir merkezide 10-15 dakika, ama taksiciler yabancı olduğunuzu anlayınca öpmek istiyorlar. Onun için sıkı bir pazarlık yapmanız gerekiyor. Vermeniz gereken para en fazla 10-15 USD arası bir tutar. Artık gün ve gün tatilimin nasıl geçtiğinden bahsetmek istiyorum.
29.09.2008- PAZARTESİ: Havalimaninda tanıştığım iki Türk genci, Aydın ve Ercan ile birlikte benim kaldığım otel gittik. Ne Türkçe ne ingilizce biliyordu, Aydın ve Ercan. Ercan hemşerim çıktı, TSGL de aynı dönemde okumuşuz. Ülkeye girerken doldurduğumuz formlarda benim Mersinli olduğumu gördü ve tanıştık. Şans eseri benim ayarladığım otelde onlar içinde oda vardı. Otel Hamra'da merkezi bir yerde idi, 3 yıldız ve sadece 50 USD. Eğer iki kişi giderseniz adam basşı vereceğiniz tutar sadece 25 USD. Otele yerleşip hemen şehri keşfe çıktık.
Bir dip not: Havalimanina indiğinizde Liban Post'dan bir tane Beyrut haritasi edinin, inanılmaz yararlı oluyor. Ancak şehir yeniden inşa edildiği için haritada belirtilmeyen yapılar yollar karşınıza çıkabilir.
29.EYLÜL.2008 PAZARTESİ
DOWNTOWN: 29.09.2008 pazartesi günü 11.20 uçağı ile Atatürk Havalimanından, Beyrut Hariri International havalimanına iniş yaptık, pasaport kontrolden geçtikten sonra, tekrar ediyorum vize mize yok, bir taksi alıp Hamra bölgesine gittik. Yine tekrar ediyorum, taksilerle sıkı pazarlık yapın :) Yazımın ilerleyen bölümünde Lübnan'da ki ulaşım şartlarından bahsedeceğim. Otelin adı Embassy, Makdessi caddesi hamra. O bölge otel bölgesi, çok merkezi, Beyrut'un islam kesiminde yer alıyor. Sakın yanlış anlamayın İslam ve Hristiyan bölge açıklaması bilgi mahiyetinde veriyorum. Neyse, oteli 50 USD'ye booking.com'dan buldum, otelin yeri dışında başka hiç bir şeyi yok, çok vasattı.
Otele girip hemen kendimi dışarı attım. Lübnan'a gelmeden önce hazırlıklı gelmiştim, nereye gidilir nasıl gidilir çok iyi şekilde öğrenmiştim. Otel'e en yakın yer DOWN TOWN idi. Elimdeki haritadan kaldığım otelin yerini ve DOWNTOWN'un yerini belirledikten sonra sora sora DOWN TOWN bölgesini bulduk. İstanbul taksim meydanı gibi, ama daha turistik, daha güzel, daha mistik. Meydanda tarihi bir saat kulesi var.Parlemento Binası saaat kulesinin olduğu bölgede olduğu için güvenlik en üst seviyede, bölgeye girişte çantalar kontrol ediliyor. Ama gerçekten özellikle gece orada bulunmak şart. Lübnan'da dikkatimi çeken en ilginç şey, hemen her yerde nargile içilmesi. En lüks lokantadan en salaş kahvehaneye her yerde narhile içiliyor, kadınlı erkekli her kes nargile içiyor. O yüzden sizde topluma ayak uyduruk bi nargile tüttürün. Fiyatları 5.000 ila 16.000 arasında değişiyor. Mahalle aralarındaki nargilecilerden 5.000 liraya nargile siparişi veriyorsunuz, hazırlayıp evinize getiriyorlar, yada Monot Street ya da Downtown'da bir lokantada 16.000 lirayı gözden çıkarmak gerekiyor. Korkmayın 16.000 lira 15 YTL'den az bi tutar.
Down town'da ara sokaklarda yada ana caddelerde gezerseniz, tarihi yada çok modern binalarla karşılaşırsınız. En dikkat çekici yapı, mavi kubbeli cami. Cami yeni yapılmış, adını gerçekten öğrenmedim, çünkü yeni olduğu için lübnanlılar bile bilmiyor ki , haritamda bile caminin yeri boştu. İlk gün DOWN TOWN bölgesinde gezdik, dolaştık ve her yerde olduğu gibi bir STARBUCKS'da oturup, saat kulesi manzaralı, kahvemizi içtik... Starbucksları dinlenme, ihtiyaç molası ve turizm information center olarak kullanıyorum tavsiye ederim. Her zaman içerde şehri iyi bilen, ingilizcesi iyi ve yardıma her an hazır elemanlar bulmak mümkün. Bende AHMAD'ı buldum. İlk önce arkadaşlarıma nasıl ve nerden gsm hattı alınacağını anlattı, sonra bana RAUCHE bölgesine nasıl gideceğimi, oranın nasıl bir yer olduğun anlattı. ORdan ayrılıp telefon hattı işini halledip RAUCHE'ye doğru yola çıktık.
RAUCHE: Beyrut'ta mesafeler haritada çok uzak görünsede aslında o kadar uzak değiller, yürümeyide seviyor ve yorulmuyorsanız her yere yürüyerek gidebilirsiniz. Ancak gençler bile tembel olduğu için adres sorduğunuzda, oranın çok uzak olduğunu, yürümeyeceğimi
HARİSSA: Beyrut'a gidipde Harissa'ya çıkmadan olmaz.... Mutlaka teleferik kullanın :) Nasıl mı gideceksiniz ? Beyrut merkezden sorarak oraya gidecek dolmuşları bulabilirsiniz, sizi teleferik yakınlarında bir yerde indirirler, zaten sora sora Bağdat bulunur dimi...Teleferik yolculuğu keyifli hava açıksa fotoğraf makinanızı mutlaka hazır edin... O deniz rengi başka yerde yok...
MAR CHARBEL: Çok önemli değil ancak zamanınız varsa görülebilir... İki vasıta ile gidiliyor... Byblos tarafında. Siz şöfere Mar Şarbel'e gitmek istediğinizi söyleyin o sizi uygun bi yerde indirecektir...
BYBLOS (JBEL):Tek kelime ile bayıldım. Bodrum sokaklarımda dolaşır gibi hissettim kendimi... Modern bir sahil kasabası denebilir... Mutlaka görün...
SAYDA: Sanırım Tripoli'den sonra Lübnan'ın 3ncü büyük şehri.
TYRE (SUR): Tarihi bir şehir, İsrail sınırına o kadar yakın ki... Ancak gidip görmeye değer, bizans kalıntıları, antik kent, ve deniz harika...
TRIPOLI (TRABLUS): Suriye sınırına yakın. Tam bir arap memleketi. Görülecek tek yeri KALE... Arap çarşısında gezmek hoşunuza giderse çarşı gezilebilir, biraz keşmekes geldi bana... Sahil kesimi güzel diye duydum, fazla zamanım olmadığı için ve o günlerde bir bombalama olduğu için erkenden Beyrut'a geri döndüm...
NOt: Son aldığım bilgiye göre kara yoluyla gidişlerde de vize kalkmış :)
ferdibo@hotmail.com
22 Eylül 2008 Pazartesi
Hiç Tanımadığınız Birisi Size Ev Telefonunuzu Sorarsa...
Bu sabah bir arkadaşım aradı ve dün gece hiç uyuyamadığını söyledi... "Hayırdır" dedim. Başından gelen olayı uzun uzun anlattı. İlk önce güldüm ve abarttığını düşündüm, ama düşündükçe ona hak vermeye başladım.
Dün akşam sevgilisi ile msn'de chat yaparken, bir ara "bana ev telefonunu versene" demiş kıza. Kızdan gelen cevabın "0 3xx xxx xx xxx" şeklinde olacağını beklerken, gelen cevap "ne yapacaksın ki şimdi benim ev telefonumu?"olmuş... Arkadaşım kameradan cep telefonunu göstermiş. Kızdan gelen ikinci cevap "ev telefonumu neden cep telefonuna kaydedeceksin ki, zaten benim iki cep telefonu numaram sende var, ev telefonuna ne gerek var" olmuş. Bizimkisi şoklarda... "Nasıl yani?" demiş kendi kendine.
"Kız haklı" dedim arkadaşıma, ve devam ettim: "daha kaç aydır tanıyor ki seni, ev telefonu özel numaradır, insanların özel alanları, ve bu numaralar sadece çok özel insanlara verilir, kız seni daha hiç tanımıyor, sana belkide güvenmiyor, kim bilir gecenin bir yarısı kafana esip aramandan korkuyor, ya da bütün sülale evdeyken aramandan, onu zor durumda bırakmandan, belkide seni gelip geçici birisi olarak görüyor, cep telefonunu değiştirir senden kurtulur, ama ev telefonu çok zor, bugün varsın, yarın olacağını kim garanti ediyor.... ". Arkadaşım afalladı.
"Abi beni az çok tanıyorsun, birincisi ben serserimiyim abi, gecenin bir vakti kızın evini neden arayayım, çok istersem cepten arar sesini duyarım, ikincisi kızla bir yıldır tanışıyor ve 6 aydır çıkıyoruz, ilk ve son aşkı olduğumdan, gelecekte çok güzel günlerin bizi beklediğinden ve beni çok sevdiğinden bahsediyor, eğer ben özel değilsem kim özel abi, gelecek için planlar yapıyorsak bana güvenmeyecek mi, eğer bana ev telefonunu hiç düşünmeden sormadan sorgulamadan vermecekse kime verecek? abi" dedi.
Ve devam etti, : "masum bir soruydu benimkisi, "ev telefonun kaçtı senin?" biliyorsun ki, Türkiye'de gsm operatorlerinin hali harap, bir çekiyor, 5 çekmiyor, iki kelime konusuyorsun hat kesiliyor, salonda çekiyor, mutfakta çekmiyor, iki adım atıyorsun sesin gitmiyor, böyle anlarda evinde kimse yoksa, "KAPAT AŞKIM EVDEN ARAYAYIM" deme lüksüm olmaycak mi abi benim? Sorun zaten ev telefonu değil artık... Bu kız beni ne olarak görüyor, ben kimim diye sormaya başladım kendime... bu ne demek abi " ev telefonumu ne yapacaksın ki", "şıstt haddini bil, yerini bil, 6 aylık flörtümsün, ev telefonumu sana niye vereyim" der gibi... Sinek küçüktür, ama mide bulandırır. İşte böyle küçücük şeylerde ilişkiyi sarsıyor. Bu kadar muhabbetin üzerine dedim ki ,"aşkım bana böyle sorular sorma" kızdım, kızdığım belli etttim... ama nafile, şak diye yapıştırsın istedim ev telefonunu suratıma, ama nerdeeee... "
Evet arkadaşım haklı, kız ona sokaktaki adam muamelesi yapmış, bir kaç haftadır flört ettiği adam gibi davranmış... Hayatını birleştirmeyi düşündüğü adama bugün varsın yarın yoksun hissi uyandırmış....
Haklısın dostum hemde çok haklı... Ama arada şöyle bir sorun var, sen o kadar hassas ve romantikken sevgilin tam tersi ise, bu yaptığı küçücük hatanın seni ne kadar üzdüğünün, ne kadar kırdığının, hayal kırıklığına uğrattığının farkında bile değildir. Belkide ilk aşkı olduğun için yüzmeyi yeni öğrenen bebekler gibi aşkı seninle öğreniyordur, sevdiğimi ama nasıl davranması gerektiğini.... Bu kadar katı ve ön yargılı olma lütfen diye bitirdim....
Arkadaşım da bana hak verdi, ama hala çok üzgün ve kırgın...
Dün akşam sevgilisi ile msn'de chat yaparken, bir ara "bana ev telefonunu versene" demiş kıza. Kızdan gelen cevabın "0 3xx xxx xx xxx" şeklinde olacağını beklerken, gelen cevap "ne yapacaksın ki şimdi benim ev telefonumu?"olmuş... Arkadaşım kameradan cep telefonunu göstermiş. Kızdan gelen ikinci cevap "ev telefonumu neden cep telefonuna kaydedeceksin ki, zaten benim iki cep telefonu numaram sende var, ev telefonuna ne gerek var" olmuş. Bizimkisi şoklarda... "Nasıl yani?" demiş kendi kendine.
"Kız haklı" dedim arkadaşıma, ve devam ettim: "daha kaç aydır tanıyor ki seni, ev telefonu özel numaradır, insanların özel alanları, ve bu numaralar sadece çok özel insanlara verilir, kız seni daha hiç tanımıyor, sana belkide güvenmiyor, kim bilir gecenin bir yarısı kafana esip aramandan korkuyor, ya da bütün sülale evdeyken aramandan, onu zor durumda bırakmandan, belkide seni gelip geçici birisi olarak görüyor, cep telefonunu değiştirir senden kurtulur, ama ev telefonu çok zor, bugün varsın, yarın olacağını kim garanti ediyor.... ". Arkadaşım afalladı.
"Abi beni az çok tanıyorsun, birincisi ben serserimiyim abi, gecenin bir vakti kızın evini neden arayayım, çok istersem cepten arar sesini duyarım, ikincisi kızla bir yıldır tanışıyor ve 6 aydır çıkıyoruz, ilk ve son aşkı olduğumdan, gelecekte çok güzel günlerin bizi beklediğinden ve beni çok sevdiğinden bahsediyor, eğer ben özel değilsem kim özel abi, gelecek için planlar yapıyorsak bana güvenmeyecek mi, eğer bana ev telefonunu hiç düşünmeden sormadan sorgulamadan vermecekse kime verecek? abi" dedi.
Ve devam etti, : "masum bir soruydu benimkisi, "ev telefonun kaçtı senin?" biliyorsun ki, Türkiye'de gsm operatorlerinin hali harap, bir çekiyor, 5 çekmiyor, iki kelime konusuyorsun hat kesiliyor, salonda çekiyor, mutfakta çekmiyor, iki adım atıyorsun sesin gitmiyor, böyle anlarda evinde kimse yoksa, "KAPAT AŞKIM EVDEN ARAYAYIM" deme lüksüm olmaycak mi abi benim? Sorun zaten ev telefonu değil artık... Bu kız beni ne olarak görüyor, ben kimim diye sormaya başladım kendime... bu ne demek abi " ev telefonumu ne yapacaksın ki", "şıstt haddini bil, yerini bil, 6 aylık flörtümsün, ev telefonumu sana niye vereyim" der gibi... Sinek küçüktür, ama mide bulandırır. İşte böyle küçücük şeylerde ilişkiyi sarsıyor. Bu kadar muhabbetin üzerine dedim ki ,"aşkım bana böyle sorular sorma" kızdım, kızdığım belli etttim... ama nafile, şak diye yapıştırsın istedim ev telefonunu suratıma, ama nerdeeee... "
Evet arkadaşım haklı, kız ona sokaktaki adam muamelesi yapmış, bir kaç haftadır flört ettiği adam gibi davranmış... Hayatını birleştirmeyi düşündüğü adama bugün varsın yarın yoksun hissi uyandırmış....
Haklısın dostum hemde çok haklı... Ama arada şöyle bir sorun var, sen o kadar hassas ve romantikken sevgilin tam tersi ise, bu yaptığı küçücük hatanın seni ne kadar üzdüğünün, ne kadar kırdığının, hayal kırıklığına uğrattığının farkında bile değildir. Belkide ilk aşkı olduğun için yüzmeyi yeni öğrenen bebekler gibi aşkı seninle öğreniyordur, sevdiğimi ama nasıl davranması gerektiğini.... Bu kadar katı ve ön yargılı olma lütfen diye bitirdim....
Arkadaşım da bana hak verdi, ama hala çok üzgün ve kırgın...
25 Ocak 2008 Cuma
ULTIMATE FRiZBi
Bir cuma akşamı, sanırım 2007 ağustosun son günleri, bir arkadaşım beni aradı, yarın ortaköyde frizbi oynamaya gelir misin dedi ? Frizbi mi dedim... Aynen sizin şimdi aklınızdan geçirdikleriniz geçti aklımdan.. Frizbi mi ? Hani şu bildiğimiz frizbi, yazın plajda birbirimize fırlattığımız yoğurt kabı kapağımı :) dedim kendi kendime. Bende tam olarak bilmiyorum dedi...Başka bir ortak arkadaşımız da onu davet etmiş. Merak ettim, zaten cumartesi sabah erkenden bisikletle sahil turu yapacaktım. Tamam gelirim, dedim. Ertesi sabah frizbi oynadıkları yere gittim bisikletle. Gercekten ortaköyde toprak bir sahada bir grup insan birbirlerine frizbi atıyorlar, antremanımsı bir şeyler yapıyorlardı. İzlemeyi tercih ettik. Sonra takımlara ayrılıp maç yapmaya başladılar. Bildiğimiz yoğurt kabı kapağı ile maç yapıyorlardı :) Dışardan çok eğleniyor görünüyorlardı. Denemek için sabırsızlanıyordum. Sonra ısrarlar sonucu arkadaşım ve ben oyuna dahil olduk, tam bana göre bir spordu. Sürekli mücadele, dikkat, atiklik vs... O kadar sevdimki. Şimdi her cumartesi yada pazar buluşup frizbi oynuyor, o yoğurt kabı kapağını birbirimize atıyoruz :) Sporun güzel olan yanı, erkek yada kız ayrımı yok, her takımda en az bir kız oluyor, kız ve erkeklerin karışık olarak yaptıkları ender sporlardan birisi diyebiliriz ultimate frizbi için. Eğer spor yapmayı çok istiyorum, ancak salak salak koşu bandında dakikalarca yürümek ya da koşmak hayatımı zehir ediyor diyorsanız, frizibi için bi an olsun beklemeyin derim. Gelip bir kerecik deneyin :) ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)